Tatilde Datça’da deniz kenarında keyif yaparken okudum Sevgili Ceren’in normal doğum hikayesini…. Bana göndermiş olduğu bir e-postada hikayesini okuyucularım ile paylaşmak isteyip istemediğini sormuştu. Memnuniyetle kabul ettim.
Ceren’in hikayesi, her ne kadar başta korksa da bedenine güvenen, bebeğine güvene, kadının doğum yapmak için yaratılmış olduğunu bir kez daha gösteren bir doğum hikayesi idi.
Nam-ı değer Öğrenen Anne Ceren’ e bu özel hikayesini bizimle paylaştığı için teşekkür ederim. Hikayeyi kendi ağzından dinleyebilirsiniz.
Ebe yardımıyla gerçekleşen normal doğumum hikayesini Doula Anne Esra okuyucularıyla paylaşmak istedim. Çünkü genellikle ciddi hastane ortamlarında, bir çok doktor ve hemşire eşliğinde yaşanan epiduralli normal doğum ya da sezaryen hikayelerinden farklı benim hikayem. Aynen anneannelerimizin dönemindeki gibi epiduralsiz, ağrı kesicisiz, kesisiz, tüm normal doğum sürecini yaşadım ve bu süreçte yanımda eşim ve ebemiz, hemen geride de doğumu müdahale etmeksizin izleyen doktorlar vardı. Bizim hikayemiz; genel doğum hikayelerine oldukça ters, ebenin başrolü paylaştığı ve annenin bu duruma minnettar kalarak doğal bir şekilde doğum yaptığı bir hikaye.
İtiraf edeyim, ben asla normal doğumu becerebileceğimi düşünmemiştim. Çocukluğumdan beri beni korkutan film kareleri aklıma yer etmiş. Hani hep filmlerde ciyak ciyak bağıran, yüzleri mosmor, terli terli kadınlar, doğumun son dakikasında karizmatik şekilde odaya dalan ve “çabuk su kaynatın, havluları hazırlayın” diye haykıran Hulusi Kentmen tipli – ve kesinlikle 1930’larda kullanılan, içinde türlü bıçak, koca koca şırıngalar, hatta kerpeten falan bulunan o kocaman siyah deriden doktor çantasına sahip – doktorlar. O “su kaynatın” haykırışına da bir anlam veremediğimi söylemeliyim, çocuk mu doğuruyoruz, makarna mı pişiriyoruz belli değil. Bunun üzerine bir de “doğum ağrısı hiçbir ağrıya benzemez” diyen büyüklerimizin sözleri kulaklarımda çın çın çınlar durur. Bu şartlar altında tabii ki insan normal doğumun anca Fransız İhtilali’nde tek göğsü açıkta yiğitçe çarpışan Jeanne d’Arc’ın falan becerebileceği bir eylem olduğuna inanıyor. Hiç benim gibi bir nane mollanın yapacağı iş değil!
Yine de hamileliğim boyunca içimden “epiduralli normal doğum” yapmak geçiyordu ve kendimi “oh epidurali takarlar, acısız acısız doğuruveririm” fikrine alıştırmıştım. Lakin; doğum işi planlı programlı yapılabilen bir iş değilmiş. Nasıl bazıları “normal doğuracağım!” diye kendini koşullamışken son dakikada yaşanan gelişmelerle sezaryen doğum yapmak zorunda kalıyorsa, ben de kendimi 9 ay “epiduralli normal doğuracağım!” diye koşullandırdıktan sonra hiç beklemediğim bir şekilde, aynen ananelerimizin yaptığı gibi epiduralsiz, kesisiz, “yapabilirsin, it! it!” diye haykıran ebenin eşliğinde, eşimin eli elimde, “az kaldı bak başı göründü, hadi koçsun aslansın kaplansın” diyerek verdikleri gazla, normal doğum yapıverdim.. Minik kızımın – ki bana kendisi 5kg’lık bir tosuncuk gibi geliyordu doğum sırasında – içimden “pırt” diye çıkıverişini ve kucağıma verilişini bir mucize gibi yaşadım.
Hamileliğim genel olarak rahat geçti. Son güne dek düzenli şekilde yoga, yüzme ve yürüyüş yaptım, beslenmeme dikkat ettim, ilk kez ebeveyn olacağımız için eşimle doğum ve bebek bakımı kurslarına katıldık, nefes egzersizlerini, doğumda rahatlama tekniklerini falan hatmettik. 36. haftada doğum çantamı hazırlamış, doğum yapacağım hastaneye kaydımı yapmış, son 4 haftayı keyifle ve sakin sakin geçireceğime kendimi inandırmıştım. Fakat hamileliğimin 37. haftasında karaciğerimde bir sorun yaşandı ve ben hart hart kaşınırken, kan değerlerim bozulmaya başladı. Teşhis hamilelik kolestazıydı ve ilaç tedavisi alarak, her gün kan değerlerim ölçülerek bir hafta bu durum izlendi. 38. haftamda doktorum artık beklemenin anlamsız olduğunu, kendime ve bebeğime zarar vermeden, suni sancı yoluyla doğum sürecimi başlatmanın en doğru karar olduğunu söyledi bana. O öğleden sonra evde keyifli ve bol köpüklü bir banyo yaptım, eşimle baş başa romantik bir akşam yemeği yedik, heyecandan uyuyamadığım için sabahın beşinde ayak tırnaklarıma kırmızı kırmızı ojeler sürdüm ve ertesi sabah erkenden hastanenin yolunu tuttuk.
Hastanede yaygın inanç doğumun doğal bir süreç olduğu ve acil bir sorun anında doktor müdahalesi gerektirmesinin dışında, normal hallerde annenin yanında ona destek olacak bir ebe tarafından yönlendirilmesi gerektiğiydi. Bu ebeler sizinle birebir ilgileniyor, doğum anında moral ve tıbbi destek vermenin yanı sıra, size özel doğum pozisyonunu bulmanıza yardımcı oluyor. Doğum sonrasında ise bebeği yine kucağınıza veren, ilk emzirme bilgisini ve desteğini size sunan, ilk günlerde (ve tercih ederseniz hastane çıkışı sonrası ilk haftalarda da) bebeğin bakımı ve takibinde, annenin fiziksel iyileşme sürecinin takibinde hep yanınızda olan, kısaca sizin eliniz kolunuz, biricik yardımcı ve desteğiniz yine ebeler.
Hastaneye yatış işlemimizi takiben, ölçümler tekrarlandı ve bana vajina içine sıkılan jel şeklinde suni sancı yaratan ve doğum sürecinin başlamasını tetikleyen bir ilaç verildi. Bu ilaç kasılmaları başlatıyor ama doğumun ne zaman olacağı tamamen kişinin vücudunun doğal tepkisine bağlı. 24 saat içinde de olabilir, 4-5 gün de sürebilir. İlaç enjekte edildikten sonra hastanede kalıyor ve bekliyorsunuz. Ben 3 gün bekledim (!) ve sabah-akşam enjekte edilen ilacın 5.si tam artık “olmayacak bu iş, doğuramayacağım ben galiba” derken doğumu başlattı. İlk zaman kasılmalar var ama ağrı yoktu. Sonra benim böbrek ağrısı sandığım, sadece belimin sol tarafına ara sıra girip çıkan tuhaf bir sancı başladı. Açılma 1cm. sadece ve bebeğin doğabilmesi için 10cm. açılma gerekiyor! Ben sıkılıyorum artık, sancı başlasın diye hastane koridorlarında saatlerce yürümekten, merdiven inip çıkmaktan, geceleri “belki bu gece olur” demekten.. 3. gün saat 14.00 gibi bana “olmadı bugün ilacı keselim, yoruldunuz siz de, gece boyu dinlenin, yarın yine başlarız” dediler çünkü psikolojik ve fizyolojik olarak biraz tükenme noktasına gelmiştim. Yahu ben doğuramayacağım galiba….! Ebelerden bir tanesi dedi ki: “siz jakuziye girin rahatlayın biraz, sonra odanıza çıkarsınız.. ben size bir sakinleştirici getiririm, yarın sabah yeniden başlarız”. Peki.. Tam hazırlanıyorum, jakuziyi kaçırır mıyım.. Foşşşşşş suyum geldi..! Saat 15.00 Ee ne olmuş!? Su gelince bebeğin gelmesi bazen 48 saat sürüyor ya, ben yine girdim jakuziye, balık burcuyum çünkü. Asla kaçırmam sulu hadiseleri..
Jakuzide 30-40 dakika keyif yaptıktan sonra birden bir sancı… Öncekilere benzemiyor bu! Bir girdi mi oy nasıl bir acı, nefessiz bırakıyor insanı. Önce 7dk’da bir, aradan 5 dakika geçmedi 5dk’da bire düştü, aradan 10dk geçmedi 2dk’da bire düştü. O kadar hızlı düşünce ve ben 3 gün durup durup sadece 1 saatte 10cm birden açılınca, ebe beni hemen jakuziden çıkarttı, kurulanamadım bile, odadaki yatağa sulu sulu attım kendimi (sonradan anlaşıldığı üzre az kalsın jakuzide doğuruyormuşum!). Benim bu tıbbi acayipliğim nedeniyle odaya 5 doktor 2 hemşire 2 ebe falan doluşu verdi.. Herkesin gözü üzerimde.. Ben artık dakikada bir gelen sancı ve ıkınma hissiyle neredeyse kendimden geçme halindeyim, onca doğuma hazırlık egzersizi, nefes egzersizi, yap yapabilirsen, tam çılgınlık anı, “ne olur epidural” diye yalvarıyorum.. O iğneyi sokun belime, ne olur hissetmeyeyim, dayanamıyorum bu nasıl ağrı.. Bu epidural denen nanenin de bi zamanı varmış, artık çok geç kalmışız, etkisi olmazmış. Aman Tanrım! Epidural alamıyor muyum? “O zaman kesin beni” diye yalvarmaya başladım, “kesin, çıkarın bebeği ne olur”.. Nerden çıkaracaklar, bebek dayanmış en son raddeye, girmiş kanala, doğuyor, ne sezaryeni.. Aman tanrım, normal doğum mu yapıyorum ben?! Ben?!? Dünyanın en tatlı canlı, en medikal hadiselerden korkan, kan dahi aldıramayan insanı!?!
O dakikadan sonrası tam çılgınlık anı arkadaşlar.. Kısaca Fransız İhtilali misali kan, ter ve gözyaşı diyeyim.. Doğum kolay iş değil. Ama ben başardıysam, siz de başarırsınız.. İki itmede kızım resmen fırladı ve doktorun dediğine göre 1cm’den 10cm’ye bu kadar hızlı açılan bir anne ve kendini içerden bu kadar hızlı iterek doğan bir bebek görmemiş hiç! “Formula 1 yarışçısı olabilir” diye dalga geçtiler kızımla! Olur olur, neden olmasın?!
Çekilen acılar kucağınıza verilince unutuluyor mu? Hayır. O bir şehir efsanesi. Aman regl ağrısının biraz fazlası mı? Hayır. O da şehir efsanesi. Ama şu gerçek: bebeğinizi görünce, öyle bir his ki o… Ben öyle bir acı bilmiyorum ama yine olsa yine çekerim o acıyı diyeyim. Öyle yani.
Kızımız Maya, 31 Mayıs 2013 saat 17.10’da, 51 cm ve 2580gr doğdu.
Epidural almadığıma, sezaryen olmadığıma, tüm süreci en doğal haliyle yaşadığıma o kadar seviniyorum ki; bu sayede hem kızım hem de ben çabucak toparladık, duygusal açıdan birbirimize bağlanmamız ve süt oluşumu sorunsuz yaşandı, doğum sonrası depresyonu olmadı. Kızım 5 günlükken açık havada yürüyüşlere, dışarda yenen yemeklere başlamıştık bile. Sezaryen doğum yapan arkadaşlarım daha yataktan dahi kalkamazken, sütleri henüz gelmezken, benim doğumdan 1 hafta sonra karnım normale dönmüş, kızım kilo almaya başlamış, hayatım rutine oturmuştu. Ebemiz ilk haftalarda iki günde bir, daha sonra bebekle ben birbirimize alışıp rutinimizi oluşturduktan sonra ise haftada bir bizi ziyaret ederek genel kontrolleri yaptılar. Bu kontroller sırasında ben ebemize aklıma takılan soruları, zorlandığım konuları danıştım ve bebeğin ilk banyosu, kilo vs gibi fiziksel takibi de yapılmış oldu. Bu nedenle herkese kesinlikle doula/ebe eşliğinde normal doğumu tavsiye ederim! Dediğim gibi, benim gibi bir nane molla başardıysa, siz de yaparsınız – aslansınız, kaplansınız, koçsunuz.. yürüyün, kim tutar sizi!
Ceren S.
Bu hikaye daha önce Bebek Yapım Bakım Onarım’ da da paylaşılmıştır. Ceren’e bizimle de paylaştığı için çok teşekkür ediyorum.
BU GÖNDERİ İÇİN YORUMLAR KAPALIDIR